YAYLA
Yayla, Orta Anadolu dağlıklarının düzü demektir. Bu yayla üstünden bütün tarih geldi, geçti; destanlar suyunu içti, masallar koynunda büyüdü.
Tarih bu yayla üstünde, bir fırtına gibi görünür. Tarihten bu yayla üstünde, dinmez bir uğultu, bir de Türk göğsü kaldı.
Anadolu’da boş yayla, kuru yayla; geniş havalı, tükenmez güneşli yayla, dayanıklı sağ ve sağlam yetiştirir. Buğdayı dayanıklı, sağlam ve serttir. İnsanı da öyledir; yayla karakter yetiştirir.
Yayla adamı, toprağı gibi dışından sönük; içinden uyanık, içinden derin, içinden duyumludur. Yaylanın suyu kazılarak çıkar. Yayla insanını da kazmak gerekir. İnsan kendisinin derinliklerindedir. Yayla insanı, ruhunun diplerine kadar karıştırılmadıkça coşmaz. Yayla nasıl sessiz görünürse, insanı da durgun, vurdumduymaz görünür. Yayla havası gibi, yayla adamının, toplaya toplaya, biriktire biriktire, sindire sindire aldığı bir hız vardır ki, yayla fırtınası gibi birden boşanır; taş uçurur, çatı koparır, baca yıkar, kök söker.
Yayla buğdayı, olmayacakmış gibi ağır ağır yetişir, çünkü içinden özlenir. Adamı da öyledir: Kuru, kısa görünür. Onda da kuvvet sinire, enerji ruha gider. Yayla adamı tutuğunu bırakmaz, tuttuğu yerden koparılmaz. Şüphesiz siz de gördünüz, Ankara’da bir arşın boyunda ağacın kökü, derinler de ve uzaklardadır. Bir çekişte sökülecek sanılır, kökü ayıklanmakla bitmez.
Kıyılarda koparılmasına başlanan Anadolu ağacının kökleri sökülemez. Anadolu tersine bir ağaç gibi, yeşil yaprakları ve yemişleri kıyılarda, kütüğünün kökleri yaylanın bağrındadır. Yayla kütük ve köktür.
Yaylanın sesi kuru, gözü boş, fakat içi yanık, türküsü yaşlıdır. Yayla için için ağlar, bütün suları için için aktığı gibi...
Yayla, bir büyük ruhun, kendini saklayan bir ruhun, kendini uzakta tutan bir ruhun boz maskesidir. Yaylanın içine...yıllar yılı boş, duru ve durgun bakan gözleri inandırarak, kuru kuru duran dudakları kımıldatarak girilir.
Yayla da bütün kıyılarımız, bucaklarımız gibi, Anadolu’nun yalnız vurur silahı gibi değil, duyar yüreği, özler gözü, ister gönlüdür. Geç duyar, geç ister, geç söyler. Fakat onun içine varabilen, bir büyük davanın sinirine, gönlüne, gözüne ve yüreğine kavuşmuş demektir.
Adamı da toprağı gibi, uzun uzun bakıldıktan, açıldıktan, sürüldükten sonra yeşerir.
Yayla yavaş değil, sabırlıdır. Ağır değil, temkinlidir. Çıplak değil kapalıdır.
Yayla Türk’ün beşiği idi. Son sınırı da olmuştur. Yayla biraz Türk’ün kendisidir.
Falih Rıfkı ATAY
Göçebelik; "yaşamak için gerekli kaynakları elde etmek için; avcılık, toplayıcılık ve çobanlığa dayanan; mevsimlere göre sürekli yer değiştiren, toprağa yerleşmemiş toplumların hayat tarzıdır" şeklinde tariflenir. Göçer hayvancılığın önemli bir tipi de yaylacılıktır.
Sosyolog Ziya Gökalp Türk Medeniyeti Tarihi isimli eserinde; Her Türk aşiretinin bir ırmağı olduğu gibi bir de dağı vardı. Irmak kenarı onun kışlağı ise, dağ da yaylağı idi. Konar göçerler bazen her sene dört mevsimi dört ayrı mevkide geçirirlerdi. O zaman (İslamiyet’ten evvel) yaz, ilkbahar manasına idi. Bizim yaz dediğimiz mevsime onlar yay derlerdi. Binaenaleyh dört mevsime mahsus iskân yerlerinin adları şöyle idi;
Yazlak : İlkbahardaki iskan yeri
Yaylak : Yazın barınılan yer
Güzlek : Güze mahsus iskan yeri
Kışlak: Kışın barınılan yer
Bazı aşiretler senede iki defa mevki değiştirirlerdi: "Yaylak ve Kışlak'tı" der.
Ülkemizde tarıma dayalı ekonominin doğal sonucu yaygın yerleşme biçimi kır yerleşmeleridir. Kır yerleşmelerinden çoğunlukla köy ve henüz köy niteliğine ulaşmamış köy altı ya da köye bağlı olarak nitelendirilen yerleşme şekilleri anlaşılmaktadır. Bu grup içinde sürekli-geçici, ufak-büyük, toplu-dağınık olmak üzere çeşitli iskan şekilleri bulunur. Bu tiplerin en önemlisi; kom, mezra,oba, çiftlik, ağıl, divan, dam, bağ evi yayla, yaylak, kışla, kışlak vb. adlarla bilinen köy altı yerleşmeleridir. Bu yerleşme şekillerini; doğal yapı, iklim, bitki örtüsü gibi coğrafi faktörlerin yanı sıra tarihi, sosyal ve ekonomik faktörler belirlemektedir.
Fiziki coğrafya terimi olarak yayla; akarsularla derin şekilde yarılmış, parçalanmış fakat üzerindeki düzlüklerin belirgin olarak bulunduğu yeryüzü biçimi olan plato karşılığı olarak kullanılır. Yerleşme coğrafyası olarak yayla ise; genelde kışın boş kalan, yazın en sıcak devresinde geçici bir süre için ziraatın yanısıra hayvancılık yapan insan gruplarının her bakımdan daha iyi şartlarda çıkıp, kaldığı; süt, yağ-peynir gibi ürünler üretip onları sıcaktan koruduğu yüksek serin yer; yazlık (dağ) mer'a anlamına gelir. Yüksek yerlerdeki otlak alanlar için kullanılan yayla terimi, günümüzde yaylak ve yazlak için de kullanılır.
Kısa Tarihçe
A- Yurdumuz
Türk boyları gelmeden önce Anadolu'da göçebelik bulunmuyordu. Hayvancılık yerleşik hayatla beraber yapılıyordu. Türk boylarının, Orta Asya steplerine uyumunun gereği olan hayat tarzını (göçebelik) Anadolu'da da devam ettirmeleri, Anadolu tarihinin sosyo-ekonomik bakımından bir çöküş safhasında olmasına bağlı bir durum olarak bilinmektedir. Zaman içinde bu göçebe Türk boyları daima yerleşik hayatı tercih etmişlerdir. 13.yüzyılda, Anadolu Türk köylüsünün hayat tarzını; kent yaşamı yanında, Batı Anadolu-Güney-Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki göçebelikle, Orta Anadolu-Sivas ve Amasya çevresindeki yerleşiklik ekseriyetli yaşam olarak iki bölüme ayırmak yerinde olur. Anadolu'da yayla hayvancılığı tarımsal işletmeciliğinin, Türklere özgü bir ekonomik işletme usulü olması yanında Anadolu'nun coğrafya özelliklerinin de bu tür işletme sistemine uygun ortam hazırlaması nedeniyle bu dönemde yayla alanlarının Türkmenlerle dolu olduğu anlaşılıyor.
Kent ve köy hayatının gelişme gösterdiği Selçuklular döneminde yeniden tarım ve ticaretin canlandığı, köy hayatı yaşayan grupların tarım ve hayvancılık yaptığı, kentlerde ise ticaret hayatının gelişme gösterdiği anlaşılıyor. Genellikle temeli hayvancılığa dayanan, bu ekonomik hayata uygun bir toplumsal örgütlenme gösteren göçebe Türk boyları hayvancılık ekonomisi ile uzun süre, köylerin ve bunlara yakın kasaba ve kentlerin ekonomilerini etkilemişlerdir.
16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik yönden geliştiği ve asayişin düzgün olduğu dönemlerde köy ve kent hayatının ilerleme kaydettiği, buna bağlı olarak yerleşik hayatın daha fazlalaşarak köy sayısının arttığı anlaşılmaktadır. 18. ve l9.yüzyıllarda askeri başarısızlıkların bir birini izlemesi yüzünden elden çıkan Balkan topraklarında, Kafkasya'dan gelen göçmen gruplar ve göçebelerin yerleşik hayata geçmelerinin hızlanması, köy sayısını arttırmış, buna bağlı olarak Marmara, Ege, Akdeniz ve Kuzey Batı Anadolu'da nüfus olağanüstü artmıştır. Bu göçmenler hayvancılıktan ziyade tarım ekonomisine yönelik olduğundan, göçmenlerin bulunduğu köylerde, hayvancılık ekonomisine bağlı yaylacılığında pek yeri yoktur.
Osmanlılar döneminde devlet, göçebeleri yerleştirme politikaları gütmüştür. Nüfusun artması, yerleşik tarım hayatının gelişmesi, Cumhuriyetle çizilen hudutlarla bu hareketlerin kısıtlanması, göç yollarının tıkanması, göçebelerin yerleşik hayata geçmesini çabuklaştırmıştır. Başlangıçta yarı göçebe hayat geçiren göçebelerin, sonunda yaylacılıkla iktifa ettikleri görülmektedir. Günümüzde göçebeler Güneydoğu Anadolu ve Toros'lara çekilmişlerdir ve sayıları da gittikçe azalmaktadır. Hayvancılığa dayalı göçebeliği yukarıda tarif ettiğimiz yaylacılıktan kesinlikle ayırmak gerektiğini. Göçebelikte çok geniş alanlarda, uzun mesafeler kat edilerek sürdürülen yaylacılık faaliyetlerinin, yarı göçebelik ve yaylacılıkta daha dar alanlarda daha kısa mesafelerde gerçekleştirildiğini; göçer ve yarı göçerlerde çoğunlukla küçükbaş, yaylacılıkta ise büyükbaş hayvancılık da yapıldığını; göçe- belerin sık değişen ve belirli olmayan yaylalarına karşılık, yarı göçebelerin bazen belirli, bazen belirsiz yaylaları ve olmayan hayvan barınakları, yaylacı köylülerin çoğunlukla köy yakınlarında belirli yaylaları ve sabit hayvan barınakları olduğunu burada belirtelim.
B.Batı l7.yy. sonları ve. l8.yy. başlarında batıda bazı bilginler yaylacılığın kendi memleketleri için ekonomik önemi üzerinde durmuşlardır. Bunu takip eden 19. yüzyılda Avusturya, Bavyera, Fransa ve İtalya gibi ülkeler, yaylacılığın gelişmesi üzerinde bilimsel olarak durma gereği duymuşlardır. Bu gelişmeler sonucu l9.yy. sonu ve 20. yy. başlarında yaylacılık konusunda özel dergiler ve kitaplar çıkmaya başlamıştır. Yayla amenajmanı ile ilgilenen ilk araştırmacılar; flora tanımı ile uğraşan botanikçiler ve mer'a ot veriminin artırılması ile uğraşan uzmanlar olmuşlardır. Daha sonra doğal ve kimyevi gübrenin ot gelişmesi üzerindeki etkinlikleri araştıranlar, kırsal kalkınma ile ilgili olarak arazi ve yerleşme şartlarının ıslahı ile ilgilenen teknisyenler; ormanın doğadaki yayılış sahasını tespit etmeye çalışan ormancılar; ormanda hayvan otlatmasının düzenlenmesi ve yasaklanması, ormanda hayvan otlatmanın araştırılması, değişik hayvan türlerinin dağda dağılımı ve bunların en iyi bakım şekillerini araştıran zooteknisyenler; dağlık bölgelerdeki peynirhanelerin geliştirilmesine çalışan uzmanlar; mer'aların kullanımı ile ilgili yasa hükümlerinin kırsal kuruluşlara uygulanması için çalışan hukuk uzmanları ve bütün bu faaliyetlerin rantabilitesi üzerinde çalışan ekonomi uzmanları; yaylak amenajmanı ile ilgilenmişlerdir.
Yaylacılık; tamamen yerleşik insan gruplarının (dağ, orman, ova köylüleri) 1.5-2 ay süren mevsimlik ve tümüyle ekonomik faaliyetlerini kapsar. Temelinde insanların ve hayvanların iklime bağlı olarak ovaya inmesi ve dağa çıkması içgüdüsüne uyması, daha doğrusu hayvanın doğal yaşantısına uyması vardır. Vadilerde yaşam koşullarının düzelmesi ve tarımın gelişmesi ile insanlar aşağı kısımlara inerken dağlık yörelerdeki, yahut müşterek mülkiyet halindeki yaylaklarını terk etmemiş ve bu günkü yaylacılığın ve dağ ekonomisinin temelini atmışlardır. Yaylacılıkta hayvanların bakımı, yazın otlaklarda otlatma, kışın ahırlarda barındırma biçiminde yapılır. Yaylacıların köylerdeki evlerine karşılık, yaylalarda da evleri olabilmektedir. Yaylacılıkta yerleşik hayat tarzı yani bir ev, ziraatın yanısıra yaylada hayvancılık, ekip-biçme, bitki ve ağaç yetiştirme, elsanatları v.s. yapılabilmektedir. Bundan dolayı yaylalar ek gelir temin eden bir arazi olarak kabul edilir.
Çıkılan yaylalar; coğrafi açıdan geniş ot ve çayır alanlarıyla kaplı, su kaynakları bol, çoğunlukla yüksekliği 2000-3000 m arasında değişen düzlükleri kapsar. Ülkemizin çeşitli yörelerinde yaylacılık faaliyetlerinin sürdürüldüğü alanlarda aynı amaçla kullanılan geçici yerleşmelere güzle (güzle yaylağı) denilmektedir. Bu tür yerleşmeler; sonbaharda daha uzun süreli yararlanılmasından dolayı bu adla adlandırılır. Bargâhlar ise, yaylaya çıkışta baharda (erken-geç) kısa süreli otlatma yapılan yerlerdir. Bunlar esas yaylalardan daha alçakta ve göçerlerin yerleşik oldukları köye daha yakındır.
Birde kışlaklar bulunmaktadır. Kışın soğuk günlerinde hayvanların korunması ve yayılıp otlamaları için kışlak denilen yerlere inilmesi gerekmektedir. Bunların karakteri; alçak ve mutedil yerlerde olmasıdır. Burada esas olan hayvanların korunmasıdır. İnsanların barınmaları şart değildir. Bu gibi yerlerde ağıl ve mandıra yapılabilir. Buralar az kar tutan, soğuğa maruz olmayan ve otu bol olan mahallerdir. Kışlaklar; baltalık ormanlarında, fundalıklarda, mer’a ormanlarında olduğu gibi koru ormanları içinde veya ahali tarafından korunmuş ormanlar civarındadır.
Türkiye’de Yayların Konumu ve Yaylacılık
Türkiye’de yaylacılık amacıyla yaylara göçme hareketi genellikle dikey ritmik hareketler şeklinde olur. Göç, bölgeden bölgeye bazı değişiklikler gösterse de yılın nisan ve mayıs aylarında başlar ve 15-20 gün içinde tamamlanır. 3-4 ay yaylada kalınıp ekonomik faaliyetlerde bulunulduktan sonra, ağustos sonları veya eylül ayı içinde devamlı yerleşme bölgelerine yani alçak bölgelere dönülür.
Anadolu'nun, kıyılardan içerlere, batıdan doğuya doğru yükseklik artışının olması morfolojik, topoğrafik, doğal bitki örtüsü ve iklim şartlarında farklılık göstermesi yaylacılık hareketlerine elverişli bir ortam sunar. Türkiye'nin de üzerinde yer aldığı orta enlem kuşakları üzerinde yer alan alçak ve ovalık kesimler yaz mevsiminde aşırı sıcaklara sahne olurken, 1000-2000 metre yüksekte bulunan kesimler ise sahip oldukları zengin doğal çevre ve ılıman iklim koşulları ile daha rahat bir yaşama ve dinlenme ortamı sunarlar. Buralar son derece çekici bir çevre ve tatil yapma ortamı sunarken orman içi boşluk ve çayır alanlar ile daha çok orman üst sınırlarında yer alan ortak alanlar ise dinlenme ortamının yanı sıra hayvancılık faaliyetlerine elverişli alanları teşkil ederler.
Yaylalar, Kuzey Anadolu'da Artvin'in doğusunda Bağımsız Devletler Topluluğu sınırından başlayarak, Çoruh vadisi ile Karadeniz arasında uzanan dağ sıraları üzerinde görülür. Bunların toplu ve sık bulundukları yerler Artvin'in kuzeyi ile Karadeniz kıyısında Fındıklı ilçesi güneyindeki dağlardır. Görele hizalarına kadar yaylalar devamlı değil öbek öbek dağılmışlardır. Görele'den Amasya'ya kadar sayıları artan yaylalar, özellikle Ünye ve Ordu'nun güneyinde en fazla yoğunluğa ulaşmaktadır. Gerze güneyinde, Boyabat ve Taşköprü kuzeyindeki dağlarda yayladır. Yayla kuşağı Kastamonu'ya kadar sahili takip ettikten sonra Ilgaz'la beraber içerilere girer. Karadeniz doğu kıyısı yayla kuşağı güneyinde ikinci bir kuşak daha uzanmaktadır: Ardahan, Şavşat yaylaları, Aşkale güneyindeki yaylalar, daha batıda Koyulhisar, Suşehri güneyindeki yaylalar, Tokat'ın kuzey ve doğusundaki yaylalar, Gümüşhacıköy kuzeyindeki yaylalar, Ilgaz yaylaları, Ankara kuzeyindeki yaylalar, Çankırı'dan Eskişehir kuzeyine kadar uzanmaktadır. Gerede ve Bolu kuzeyinde bulunan bu yaylaların en yoğun sahası Kızılcahamam'ın yüksek arazisinin kuzey kısmıdır. Sündiken Dağları üzerinde de dikkate değer bir yoğunluk vardır.
Orta Anadolu'da en sık yayla alanları, Ankara güneyindeki Tuz Gölü'nün batısında ve güneyinde, Konya'nın batısındaki dağlarda bulunmaktadır.
Toros dağları bir yayla sahasıdır. Fakat bu bölgedeki yaylalarda en fazla yoğunluk Alanya ile Suğla Gölü arasındadır.
Tek yayla alanları arasında Erciyes, Sultan, Eğridir doğusu, Toroslarda Aladağ, Madran dağlarını sayabiliriz. Anadolu'nun dağlara yakın olan kuytu vadileri, deniz kıyıları, fazla kar tutmayan ovaları kışlak sahasıdır. Artvin doğusunda Çoruh nehrinin kolu Merehevi vadisinin yukarı kısımları, Ağrı Dağı doğusunda Dil yöresi, Ağrı batısında Doğu Beyazıt, Diyadin çevresi, Oltu doğusunda ve kuzeyindeki vadiler, kızıl ve .yeşil ırmak deltaları Torosların güneyindeki Akdeniz kıyıları, Adana ve Amik ovaları Sivasın doğusu ve güneyi, Hekimhanın kuzey ve batısı, Konya ovasının kuzeyi, Trakya'da Ergene vadisi, Enez, Tekirdağ civarı kışlak olarak söylenebilir.
Kışla zamanla sürekli iskan yeri olmuştur. Bu yüzden mesela Konya'da kışla adını taşıyan köy adları "kışla ile bitmekte (Kızılca, Ağ, Kır, İn, Kuyu, Kaş, Bucak, Çay, Dere, Gökçe, Yeni, Kara, Aydın) bir kısmının önünde yine kışla bulunmaktadır (Kışlaköy, Kışla Kariyyesi). Kasaba ve şehirlerden adları kışla ile bitenleride vardır; Ulukışla, Şarkışla, Başkışla gibi.
Bu yüzyılın başlarında köylerin birer yazlığı olduğu gibi şehir ve kasabaların da bağları vardı. Mesela; Ankara'nın Keçiören, Dikmen, Seyran, Etlik, Konya'nın Meram, Kayseri'nin Gesi ve Erkilet, Sivas'ın Gürün, Elazığ'ın Buzluk, Müridi bağları, Şereflikoçhisar'ın Kozanlı yaylaları... gibi. Buralar şehirlerin çevresinde kışlık kavurma, sucuk, pastırmanın hazırlandığı, sebze ve meyvenin kurutulduğu, aynı zamanda serin yaz günlerinin tadının çıkarıldığı yerlerdi. Fakat zamanla şehirlerin genişlemesiyle bunlar şehirlerin mücavir sınırları içinde kalmış ve meskûn mahaller haline gelmiştir. Yaylaların ve bağların ildeki yüksek yerlerde olması da gerekmez. Buna bir istisna Muğla bağlarını gösterebiliriz burada yükselti kasabadan daha azdır.
Ülkemizde dikey (düşey) yaylacılık faaliyetleri Karadeniz, Akdeniz, Ege ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaygındır. Zaten gerçek yaylacılık faaliyetleri de bu bölgelerdedir.
Karadeniz Bölgesi yaylaları, genellikle ormanın üst sınırı üstünde, daha çok alpin çayırlıkların yaygın olduğu 2000-2200 m ve daha yüksek platolarda yoğunlaşmıştır. Yazın çok nüfuslu bazı aileler hayvancılık faaliyeti için yaylalara çıkarlar.
Akdeniz Bölgesi'nde ise durum farklıdır. Bir kısmı hem ekonomik, hem de rekreasyon (gezme-dinlenme) amaçlı (ki günübirliklerde bu gruba dahil), Çamlıyayla, Ulaş, Meşelik, Çamalan, Damlama, Gözne, Belen, Kuzucubelen, Fındıkpınarı, Aslanköy, bir kısmı da göçebe yörüklerin yaylacılık, diğer bir kısmı da göçebe yörüklerin yaylacılık faaliyetleri şeklinde olmaktadır. Buralarda meskenler; sabit olmalarına rağmen büyük çoğunluk kıl çadırdır (rekreasyon amaçlı yaylalarda meskenler genellikle çağdaştır).
Ege ve Doğu Anadolu bölgelerinde de dikey yaylacılık hareketi söz konusudur. Ege'de devamlı yayla konutları yoktur. Yaylacılık faaliyetleri göçebe yörükler tarafından sürdürülmektedir. Burada yazları 1800-1900 m yüksekliklere göçen yaylacılar (Aydın, Honaz, Madran dağları) bu sürenin sonunda kışlaklara dönerler. Burada bir başka şekil olarak; göçebeler (ki yerel olarak kırlı yörükler denir) İçbatı Anadolu (hatta Konya) bölümünden kışı geçirmek üzere Ege ovaları ve kıyı boylarındaki kışlak bölgelerine göçerler. Yazları ise tekrar bu iç ve yüksek bölümlerdeki yaylacılık bölgelerine dönerler. Doğu Anadolu'da da yaylacılar 2000-2700 m yükseltideki platolara; (Tortum, Narman, Kars, Güllü, Karasu, Allahuekber, Aras yaylaları) mayıs-haziran aylarında başlayan göç, 3-3.5 aylık süreden sonra tersine dikey bir dönüşle noktalanır. Ülkemizde bir de yatay doğrultuda gerçekleşen yaylacılık faaliyetleri de vardır. Bu gibi yaylacılık bölgeleri ile köy yerleşmeleri arasında, oransal bir yükseklik farkı pek yoktur (Konya'daki Meram Bağları). İç Anadolu Bölgesi'nde, Yukarı Sakarya Bölümü yaylaları (Sündiken ve Türkmen Dağları) ile Kayseri güneyindeki Erciyes Dağı yaylaları bir yana bırakılırsa, bölgede platolar arasında yayla diye köy yerleşmeleriyle aynı yükseklikte köylerden uzak, basit birer çoban kulübesi ve çevresindeki otlak alanları akla gelir.
Yaylada bulunan meskenler; yerleşik ve göçebe evler şeklindedir. Genellikle yerleşik evler durumundaki evler bölgeden bölgeye ve sahibinin kültür, zenginlik durumuna göre değişmekle birlikte, plan bakımından genellikle hayvancılık ekonomisinin gereklerine uydurulan yapılardır. Ailenin barınmasına yönelik bölüm yatak sekisi, ocaklık ve dar avludan oluşurken, ek yapı olarak ahır, ağıl ve sütlük gibi bölümler evi tamamlar. Bu yapılarda kullanılan malzemeler ise Akdeniz Bölgesi'nde taş, İç Anadolu'da kerpiç ve ahşap-taş karışımı, Karadeniz de ahşap (dam; ahşap, saç, kiremit), Doğu Anadolu'da ise taş (dam; çamur harcı) ile yapılmaktadır.
Bazı yerlerde yapılar sağlık açısından bir tehdit unsuru olurken, (Doğu Anadolu) genellikle sayfiye yeri olarak kullanılan yerlerde modern binalar yapılmaktadır (Soğukoluk, Belen, Zigana, Hamsi köy). Buradaki 2-3 katlı binalarda; mutfak, banyo yanında her türlü donatım eşyası da bulunmakta. Fakat her halikârda bu evler geçici barınma yeri olduğundan sabit olanlara göre daha bir özensizdir.
Ülkemizde toplam 26000 adet yayla yerleşimi bulunmaktadır (tahmini). Bu veri; her iki adet köye birden fazla yayla yerleşimi düştüğünü göstermektedir. 36000'i aşan köylerimizin çok büyük kısmında yaylacılık faaliyetine katılınmamaktadır. Fakat Erzurum- Kars ve Bolu yörelerinde her iki-üç köyden birinin yaylacıköy olduğu dikkate alınırsa; Türkiye'de yayla-köy ilişkisinin ne kadar yaygın olduğu, açıkça ortaya çıkar. Bu da kuşkusuz yaylacılığın ekonomik fonksiyonunun öneminden kaynaklanır. Gerçi ülkemizde yaylacılık faaliyeti, bazı yerlerde yaylalarda rekreasyon amaçlı faaliyetler ile ekonomik faaliyetlerden ekip biçme gibi bir üretime yöneliktir. Ne var ki bu faaliyetler, yayla sayısının fazlalığı yanında bir anlam taşımaz. Kısaca Türkiye'de yaylacılık, hayvancılık ekonomisine dayalıdır ve köylümüze bu yönden büyük gelir getirir (Bilhassa Doğu Anadolu ve Karadeniz) ve onların geçim ekonomilerini dengeler (canlı hayvan, yapağı, kuruot dahil).
Yayla Hukuku
Yaylaklar ve kışlaklar hukuki bakımdan aynı özellikte ve metrûk topraklardandır. Bunların ayırımı doğal yöndendir. Usûl yönünden bir yerin yaylak ve kışlak olarak tahsis edilmesi için defterhane de yazılı olması gerekir (Arazi Kanunu 101. madde). Yaylak ve kışlakların kiralanması; ot ve su durumu, yaylaların genişliği gibi kriterlerle; muhtar, ihtiyar heyeti veya şehirde oturan ağa tarafından yapılır.
Arazi Kanunun 10. maddesi: Bilcümle ahalinin rızası halinde yaylak ve kışlaklarda ziraat ve hiraset (bekçilik) yapılabileceğini kabul etmektedir.
Bu arada 28 Şubat 1998 tarih ve 23272 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Mer'a Kanununu da belirtelim (yerin darlığı ve geçen sayılarımızda bu konudan bahsedildiğinden buraya tekrar almıyorum).
Yaylacılığın canlılar (insan, hayvan) yönünden önemi:
Yayla sözcüğü, yaz aylarında hava değişimi ve dinlenme amacıyla yararlanılan yüksekteki yazlık yerler için de kullanılmaktadır. Günümüzde bazı yaylaların turizm amaçlı tatil köyü niteliğini aldığı görülmektedir. Bu yaylacılığın değişen ve gelişen boyutudur.
Dağ ikliminde hava daha saf, kuru, hafif, hemen hemen tamamen mikropsuz ve oksijence fakirdir. Bu da orada yaşayan canlıların devamlı, muntazam derin teneffüs etmesini sağlar, bu da akciğer ve kalbi idman yaptırır. Oksijence fakir hava aynı zamanda iliğin daha fazla miktarda kırmızı kan meydana getirmesine (yayla periyodunda alyuvarlar %20 oranında artar) sebep olur.
Güneş ışınlarının tesiri deniz seviyesinden yükseldikçe artar. Güneşli günlerin sayısı da yükseklerde vadiye nazaran bilhassa yaz mevsiminde daha fazladır. Isı ve hava değişikliği sıhhi yönden dayanıklığı artırır ve sinir sistemini dinlendirir.
Yayla, hayvan yetiştiricisinin seleksiyon çalışmasına yardımcı olur. Yayla sahasında yem arama esnasında devamlı hareket; bütün vücudun ve organların iyi şekilde teşekkülünü sağlar ve hayvan yetiştiricisinin şekil bakımından taleplerini yerine getirir. Muntazam vücut şekli, kalın kuvvetli kemikler, adaleli yapı, muntazam bacak vaziyeti, geniş göğüs, kapalı omuz, düz gergin sırt, geniş kalça, sıkı, sağlam ayak ve tırnakların yanında sıhhat, yeme kanaat- kârlık, sarp arazide dolaşma, koşum hayvanlarının güç ve dayanıklılığı, damızlık ve süt hayvanların verim kabiliyeti, daha uzun hayat ve verimliliği de sağlar yayla. Yaylaya çıkan hayvanların yemi iyi değerlendirmesi sebebiyle, vadi işletmelerine intikal ettiklerinde de aynı özelliklerini, dolayısıyla yüksek verimlerini (et, süt vs.) korurlar. Ayrıca ahır hayvanları yaylada olduğu zaman, çiftçi ahır ve gübreleme işinden kurtulmuş olur.
Dağ İklimi; yayla yemine tesir ederek hayvan sütünün vitamin, minarel ve proteince zenginleşmesini, böylece genç hayvanların daha gürbüz gelişmesini sağlar. Ayrıca günümüzde birçok yayla bitkisinin şifalı bitkiler kapsamında kullanıldığını da burada belirtelim.
Yaylada Doğum ve Doğumla İlgili İnançlar
Önceleri yaylada doğum, çadırlarda birkaç bilen kadının yardımı ile gerçekleşirdi. Günümüzde artık yaylada doğum olayı görülmemektedir. Doğum yaklaşınca ilçeye gidilmektedir.
Doğum zamanı gelen kadın, sancısı başlayınca hemen komşularına haber salmazdı. Kötelek sancısı yani arka arkaya gelen sancının gelmesini bekler, sancı sıkıştırıncaya kadar kimseye haber vermezdi. Bu arada çadırın içinde gezinir, kalkıp oturamayınca bir çocuk ile haber salınıp komşulardan yardım istenirdi.
Çadırın içinde ateş yakılır, ateşe ibrikle doğumdan hemen sonra kadın yıkansın diye su konur, kadın ateşin başına oturtulurdu. Sancılanan kadın çadır içinde gezdirilir, sancısı hafifleyince ocağın başına oturtulurdu. Çadırın orta direklerine ip gerilir, kadın o ipe asılır, sancısı sıklaşıp, çocuk doğuracağı zaman yere çömelir, arkasına geçen kadının beline dayanıp yardımcı olması ile doğumu gerçekleştirirdi.
Kadınların kolay doğum yapmalarını sağlamak amacıyla, bir takım pratiklere baş vurulmaktaydı: